Geçmişe özlem duyarak geçmeye başlamıştı günlerimiz. Küçüklük hayallerimize sığmayan, sığdıramadığımız bir dünya ile...
karşılaşmıştık. Oysa ''küresel dünya'' sözü ile büyürken, sonucunevrensel ve büyük bir dünya olduğunu hayal etmiştik. Tabi ki bu koskoca, her noktasına ulaşılabilen, iletişim kurulabilen, dünya kültürleri ve ticareti ile alışverişlerin kolaylaştığı ''Yeni Dünya Düzeni''nin hayallerimize küçük geleceğini ve psikolojik olarak yalnızlaşıp ıssızlaşacağımızı düşünmemiştik. Büyük ailelerden çekirdek ailelere, el becerileri ile gelişen eğlencelerimizden teknolojik değişimlere, kıtlık ekonomilerinden bolluk ekonomilerine geçiş ile başlayan yalnızlığımızı hayal etmemiştik. Tüketmeyi öğretmişti ''Yeni Dünya'' düzeni bize. Reklam endüstrisi, sinema, teknoloji, moda gibi silahları ile bizden renkli olduklarını hayal ettiğimiz yabancı kültürlerin esiri olmuş ve sınır tanımayan bir tüketim bilinci edinmiştik. Kişisel ve ahlaki değerlerden çok popüler kültür değerlerini benimsemiş, kişisel gelişimi ön plana çıkararak toplumsal gelişimi arka planda bıraktığımız ''küreselleşme'' denilen bir yarışın parçası olmuştuk. Büyük şehirlerde büyük yalnızlıkların içindeydik artık. Hayallerimizdeki o duygusal yönümüzü hatırlayana kadar ne kadar da güzel ve renkli idi oysa ''Yeni Dünya Düzeni''. Sonra birdenbire farkında varmaya başladık geldiğimiz nokta ile hayallerimiz arasındaki duygusal uçurumun. ''Biz'' diyemiyorduk , ''ben'' merkezli ideallerimiz ve yaşantımız yapayalnız bırakmıştı bizi. Paylaşmayı unuttuğumuz ve sürekli tükettiğimiz geçiş döneminin sonunda.
karşılaşmıştık. Oysa ''küresel dünya'' sözü ile büyürken, sonucunevrensel ve büyük bir dünya olduğunu hayal etmiştik. Tabi ki bu koskoca, her noktasına ulaşılabilen, iletişim kurulabilen, dünya kültürleri ve ticareti ile alışverişlerin kolaylaştığı ''Yeni Dünya Düzeni''nin hayallerimize küçük geleceğini ve psikolojik olarak yalnızlaşıp ıssızlaşacağımızı düşünmemiştik. Büyük ailelerden çekirdek ailelere, el becerileri ile gelişen eğlencelerimizden teknolojik değişimlere, kıtlık ekonomilerinden bolluk ekonomilerine geçiş ile başlayan yalnızlığımızı hayal etmemiştik. Tüketmeyi öğretmişti ''Yeni Dünya'' düzeni bize. Reklam endüstrisi, sinema, teknoloji, moda gibi silahları ile bizden renkli olduklarını hayal ettiğimiz yabancı kültürlerin esiri olmuş ve sınır tanımayan bir tüketim bilinci edinmiştik. Kişisel ve ahlaki değerlerden çok popüler kültür değerlerini benimsemiş, kişisel gelişimi ön plana çıkararak toplumsal gelişimi arka planda bıraktığımız ''küreselleşme'' denilen bir yarışın parçası olmuştuk. Büyük şehirlerde büyük yalnızlıkların içindeydik artık. Hayallerimizdeki o duygusal yönümüzü hatırlayana kadar ne kadar da güzel ve renkli idi oysa ''Yeni Dünya Düzeni''. Sonra birdenbire farkında varmaya başladık geldiğimiz nokta ile hayallerimiz arasındaki duygusal uçurumun. ''Biz'' diyemiyorduk , ''ben'' merkezli ideallerimiz ve yaşantımız yapayalnız bırakmıştı bizi. Paylaşmayı unuttuğumuz ve sürekli tükettiğimiz geçiş döneminin sonunda.
Oysa hepimizin içinde duran bir hayal vardı: Sevmek, sevilmek; sahip olmak, sahiplenilmek. Küresel yalnızlık psikolojisi buna izin vermiyordu. İçimizde o geçmiş özlemi çeken ruhumuz bunu dile getirmeye çalışıyordu. Uygarlık tarihi boyunca mutluluğumuzun, gelişebilmemizin sebebinin; sosyal yaşantılarımız, ''biz'' diyebilmemiz, atadan oğula geçen kültürümüz, sevgimiz, saygımız ve değerlerimiz olduğunu söylüyor; fakat ''Yeni Dünya Düzeni'' ekonomik şartları, tüketim şartlanması, paylaşmama öğretisi ile ruhumuzu susturuyor ve acımasızca bastırıyordu.
Ekonomik bağımsızlık, kişisel gelişim, akademik kariyer, noktalarında doyuma ulaşan küresel insan bir anda yalnızlaşıyor ve büyük emekler ile kat ettiği yolda bir anda durup geriye bakıyor ve güzel olan, insani olan, içinde sevgi olan her ne varsa geçmişte kaldığını fark ediyordu.
Eşini, işini, oturacağı semti ya da ülkeyi seçerken tüm kriterler yeni dünya sisteminin belirlediği şartlara göre şekilleniyor, içindeki ses ile çelişiyor ve duygusal mutluluğa ve huzura erişemiyordu. Büyük şehirlerde büyük insanlar gibi görünüp, iç dünyalarında kaybolup gidiyorlardı. Oysa yeni dünya düzeni ve küreselleşme; ahlaki değerler, örf adetler, atalardan gelen o engin ruh birikimimiz, aile değerlerimiz, sanatımız şimdi kocaman bir ah çekerek dinlediğimiz o şarkılarımızı elimizden alıvermişti ve bizi onlardan koparmıştı. Geçmişi ile bağ kuramayan bireyler gelecekten de umutlarını kaybetmeye başlamış ve sonucu da günümüzdeki bireysel ve yalnız yaşam formatları olmuştu. Arkadaşlıklar, dostluklar, sosyal ve toplumsal paylaşımlar tüketilip bir kenarda unutulmuş; fakat yerlerini ne teknoloji ne de bu büyük dünya düzeninin sınırsız nimetleri alabilmişti.
Biz böyle hayaller kurmamıştık belki de. Hayallerimiz kocaman denilen bu küresel dünyaya sığmamıştı; çünkü bizim hayallerimizin dünyasında sınırsız olan sevgi ve huzurdu.